7 Ağustos 2015 Cuma

Egemen Nasıl Geziyor?

Moğol steplerinde tek başıma yürüyüş yaparken Şamanlarin dediği gibi yaptım. İyi enerji getirmesi için çeşitli kuş tüylerini toplayıp 6 gün boyunca yanımda gezdirdim.

Egemen geziyor. Birçok kişi de bunu biliyor. Bu artık bir sır olmadığına göre takipçilerimi "Egemen nasıl geziyor?" hakkında biraz bilgilendirmeyi faydalı buluyorum.

Amerikalının, Avusturalyalının doları, İngilizin sterlini, Almanın, Fransızın ya da Iskandinavın eurosu var. Kalkıp tüm dünyayı dolaşıyorlar. Peki Egemen'in nesi var? Onun maddi olarak diğerleriyle yarışacak durumu yok. Gerçi bunu pek dert ettiği de söylenemez. Öncelikle Egemen hemen hemen her zaman yalnız geziyor. Dünya'da en çok kullanılan seyahat rehber kitabı Lonely Planet'ı da kullanmıyor. Zira bu kitabı alan bütün seyahatçiler aynı yerlerde buluşup beraber geziyorlar. Bunun artısı bir arada bulunup bir güvenlik çemberi oluşturmuş olmak. Kalabalık olduğunuzda güvende oluyor ya da öyle hissediyorsunuz. Eksisi ise o  ülkenin gerçek kültürünü tanıma şansından mahrum kalıyor olmanız.

Yalnız ve rehber kitapsız gezmeye başladıktan sonra , tesadüfen denk geldiğim yerel dini bir festivalde halkla oturup sohbet ediyorum...

İşte Egemen tam da bu yüzden bu kitapları almıyor ve diğer seyahatçilerden uzak kalmaya çalışıyor.

Mesela Egemen ilk gezisini geçen yıl Hindistan'a gerçekleştirdi. (Bu geziyle ilgili fotoğraf ve kısa hikayelerimi merak edenler, blogdaki Güzel Hindistan, Güzel Hindistan-2 ve Güzel Hindistan-3 yazılarımı inceleyebilirler) Yanında Lonely Planet kitabı da vardı. İlk on günün ardından fark etti ki nereye gitse onlarca hatta yüzlerce diğer seyahatçiyle karşılaşadurdu.

On birinci günün ardından rehber kitabı neredeyse bir daha çıkarmamacasına çantasına geri koydu ve ilk iş, hindu dilinde anlamadığı bir yere giden otobüse bindi ve gözüne hoş gelen bir köy meydanında indi. Bir daha da başka bir turistle pek karşılaşmadı. Gerçek Hindistan Gezisi böyle başladı işte Egemen'in.

Aynı dini festivalde yaklaşık 600.000 kişiye ücretsiz yemek veren açık hava mutfağında insanlara servis yapıyorum.
İnsanların kendisine şaşkınlıkla baktığı köyleri, kasabaları, tarlaları, sanayileri, esnaf lokantalarını ziyaret etti. Geceliği ortalama 3 ila 10 lira olan en ucuz hotellerde kalıp seyyar lokantalardan 40 kuruş ila 2 liralık yemekler yiyerek günlerini gecirdi. Yerli Hint turistlerin bile gitmediği yerlerde gezdi ve böylece kendisi gibi maddi olarak alt sınıfa mensup bu güzel insanların samimi ve sıcak bir gülümsemesinin kendini nasıl hafiflettiğini ve mutlu ettiğini keşfetti. Dünyanın yedi harikasını, en güzel müzelerini görmeye imkanı şimdilik yetmeyebilirdi belki ama böyle seyahat etmek onu daha fazla tatmin ediyordu zaten. İçsel tatminliği keşfetmişti. Ve bu içsel tatmin, önümüzdeki yıl yapacağı (kendine göre) "Büyük Seyahat" in temellerini atıyordu yavaş yavaş...

İki aylık terapi-meditasyon tadında bir Hindistan seyahati sona erdiğinde arada 16 aylık çalkantılı bir dönem geçirdiyse de, hiçbir şeyin hayallerine ket vurmasına izin vermedi. Tam olarak 12 Haziran 2015'te çantasını ve çadırını sırtına koyup yine yollara düştü. Şimdilik sponsoru yok. Cebinde 10.000 liranın az üstünde bir para, gönlünde kocaman hayallerle dünyayı gezmeye başladı. Bu parayla dünyayı gezemeyeceğini elbette biliyordu ama en azından gezebildiği kadar gezerdi. İki aylık seyahatin yaklaşık bir ayını çadırında kalarak geçirdi. Ayrıca ihtiyaçlarını da git gide azalttı. Çantasında her zaman bir ekmek, birkaç konserve, hazır erişte (noodle), biraz çikolata bulundurdu. Karnı doysun yeterdi. Lükse gereksinim hissetmedi. Önemli olan ruhsal tokluk değil miydi zaten?

Cide'deki Malyas Kanyonu'na yaptığım 25 km'lik yürüyüşte öğle molası. Dediğim gibi ihtiyaçları minimuma indirdim :)
Ama bu manzara için fazlasıyla değdi.
Az  önce Tayland'ın Trat şehrinde yerel bir pazarda, pazar isçisi bir kadınla yan yana oturup 1,5 liraya pirinç unuyla pişmiş midye yiyerek karnını doyurdu. Buraya gelmeyi hiç planlamamıştı, tıpkı yarın ya da önümüzdeki günlerde nerede olacağını planlamadığı gibi. 



Yürüyüş yaparken güzel bir yer görüyorum mesela. Tamam diyorum. Bu gece bir adada konaklayacağım.
Buraya kadar mümkün olan her yerde çadırında kaldı ki birgün daha bir köy fazladan ziyaret edebilsin.

Lafı daha fazla uzatmak istemiyorum. Egemen elinden geldiğince ucuza gezmeye çalışıyor. Eğer siz Egemen'in böyle gezmesini beğeniyorsanız, ona destek olmaktan çekinmeyin. Maddi bir talep yok. Gönderilerini beğenip paylaşabilirsiniz. Hatta daha da önemlisi arkadaşlarınıza facebook üzerinden Gezgin Fil sayfasına beğenme daveti gönderebilirsiniz. Belki böylelikle Egemen ileride biraz sponsor bulup hayalindeki seyahati gerçekleştirebilir. Bu arada ben de sizinle mümkün mertebe en güzel fotoğraflarımı ve hikayelerimi paylaşmaya devam edeceğim.
Arzu ettiğim rota....! Buralara nasıl giderim, eve nasıl dönerim henüz bilmiyorum ama olur herhalde bir şekilde :)
Arzu ettiğim rota...!
Umarım "Hayaller Paris, gerçekler İzmir" le kısa süre içinde yüzleşmek zorunda kalmam :)

Dipnot 1: Birçok arkadaşımın ve henüz şahsen tanışamadığım arkadaşımın gonderilerimi paylaşıp destek olduğunu gördüm. Her birine içtenlikle teker teker teşekkür ediyorum. 

Dipnot 2: Diğer bir yazıyla "Egemen neden geziyor?" dan bahsetmeye çalışacağım. 

Diğer sosyal medya kanallarım instagram ve twitter  üzerindenden de beni takip edebilirsiniz.

Hepinize neşe dolu bir hafta sonu diliyorum. Sevgiyle kalın :)

Egemen

3 Temmuz 2015 Cuma

Güzel Hindistan-3

Julie'yle yaptigimiz iki haftalık yolculuk son buldu. Onu havaalanı için trenine bindirdikten sonra kendim de Gujarat eyaletindeki Giri Doğal Yaşam Parkı'ndaki asya aslanlarini görmek üzere otobüsüme bindim.Diğerlerinden çok farklı olarak bu otobüs, sürgülü camları ve de büyük televizyonu ile halk otobüslerine göre biraz daha lükstü. 

Dört aktarmalı, otuz saatten uzun sürecek olan ve hiç de gözümde büyümeyen her anından zevk almak istediğimbir yolculuk vardı. Hava kararmaya yakın -saat yedi civarı- bir Bollywood  filmi açtı muavin. Film kendi yerel dilleri olan Hindu dilinde olmasına rağmen muthis keyifliydi.  Konusu çok evrenseldi çünkü: Aşk..

Kırmızı tonlarda cıvıl cıvıl saree'sini (renkli, çokça işleme ve süslemeli Hint kadın giysisi) giymiş şehirli güzeli genç kızla, oldukça yakışıklı, karşılaştığı birçok kızın kalbini çalabilecek köylü oğlanın yolları pazar yerinde kesişiyor ve ilk görüşte birbirilerine tutuluyorlar. Genç kız hemen salivermiyor kendini ve haliyle biraz peşinden koşturuyor oğlanı. Ama oğlanin gözü pek! 

Ne yapip ne edip çalıyor kızın gönlünü ve bundan sonrası ben dahil tüm yolcular için bir duygu seli halini alıveriyor.Genç aşıklar gözden ırak parklarda, deniz boylarında buluşuyor, kır gezilerine çıkıp çiçekler topluyor, el le tutuşup aşklarının keyfini çıkarıyorlar.

BOOLYWOOD DANSSIZ OLUR MU HİÇ?

Otobüsteki herkesin yüzünde çocuksu bir sevinç var. Hatta yan koltukta oturan, saçlarını hindistan cevizi yağıyla besleyip taramış ve kulak etrafını renkli çiçeklerle süslemiş kırklı yaşlardaki iki kadının sevinçten gözlerinin yaşardığını görüyorum. Çıt çıkmadan bütün otobüs izledigimiz filmde kaçınılmaz sahne geliyor az sonra: Zengin kızın babası sonunda işi çakıyor ve akrabalarını toplayıp gençleri parkta yakalıyorlar. Kızı belinden oğlanı da kollarından yakalayıp birbirilerinden ayiriyorlar. Genç aşıklar feryatlar yakıp yitip giden aşklarına ağlarken biz de otobüsce eşlik ediyoruz onlara. Özellikle kadınlar hüngür hüngür agliyorlar. Birbirimize üzgün yuzlerle bakıp zavallı aşıkların acısını paylasiyoruz. 

Film devam ediyor bu arada. Yemeksiz susuz geçen günlerin ardından aşkın gücü yine zaferini ilan ediyor. Söz sahibi olan babalar evlilik için anlaşıyorlar. En neşeli müzikler çalıyor. Müzikal tadında devam eden filmde o hepimizin bildiği klasik Bolywood sahnelerine sıra geliyor ve bütün oyuncular birleşip şarkılar söyleyip danslar ediyorlar. On dakika önce üzüntüden ağlayan otobüs sakinleri bu kez sevinçten ağlamaya başlıyorlar. Film mutlu sonla bittiğine göre artık herkes uyumaya hazır. Televizyon kapatılıp ışıklar sonduruluyor ve saat dokuzu on geçerken yediden yetmişe herkes ince ince horlamaya başlıyor...

Bu otobüs yolculuğu ve iki saatlik Bollywood filminin benim için apayrı bir yeri oluyor. Kendimi onlardan izole etmemek adına müzik çalarımı, kitabımı veya fotoğraf makinamı çıkarmiyorum. Bunun yerine oturup iki saat boyunca gözümü televizyondan ayirmayip anlamadığım dilde bir film izleyip onlarla olmaktan keyif aldığımı göstermeye gayret ediyorum ki keyif de alıyorum.

YEMEZLER KOÇUUUMM!!!

Sabaha karşı beşte otobüs değiştirmem gerekiyor. Aşağı indiğim gibi bir rickshaw (arkası kabinli motosiklet) şoförü Anand'a giden otobüsün kaçtığını fakat beni yetistirebileceğini söylüyor. Hindistan'da üç kağıt çok yaygın olduğundan adama pek güvenmesem de doğru olma ihtimaline karşı atlıyorum arkasına. Şafak henüz sokmemis göz gözü görmüyor. Şoför meşhur Taksifilmini izleyip hayranlık duymuş olsa gerek ki, önce ana yolda ardindan da dar sokaklarda sürat ve keskin dönüşlerle yol alıyor. Az sonra hız kesip otobüse yetisemediğimizi fakat beni başka bir durağa götürüp erken bir otobüse yetistireceğini söylüyor ve beni ilk vardığım durağın başka bir ucuna bırakıp dört yüz rupi istiyor. Ben de 'Yemezler bu ayakları koçum, biz hint cocuğuyuz artik!' deyip şoförü başımdan savıyorum. Adam bu kez baltayı taşa çarptığını hemen anlıyor...

Sonra doğru otobüsü bulup şoföre beni Botand köyünde indirmesini tembih ediyorum ve yerime oturuyorum. Klima, ekran, koltuk arkası sehpa gibi lüks ihtiyaclardan yoksun otobüsümüzün tek albenisi rengarenk olması. Diğer bir albenisi de gerçekten ucuz olması. Sekiz on saatlik yolculukları aşağı yukarı on liraya yapabiliyorsunuz ve daha da önemlisi alt tabakanın güzel insanlarıyla kaynasabiliyorsunuz. Otobüs hareket ettikten az sonra poşetler açılıyor ve herkes neyi varsa birbirine ikram ediyor. Yolculuklarda pasta börek tarzi yiyeceklerden ziyade, ucuz, pratik ve doyurucu olduğu için genelde kurutulmuş meyveleri tercih ediyorlarBen de kuru muz ve papayayla karnımı güzelce doyuruyorum. Kahvaltı faslı bittikten sonra yanimdaki yaşlı amca başını omzuma yaslayip bir guzel uyuyor ve ben de aynını yapıyorum....

Büyükçe olan aslan dosdoğru gözlerimin içine bakıyor ve konuşuyor:


-Senin köyün buralardan çok uzakta çocuk. Ne ariyorsun burada?
-Seni görmeye geldim.

-Hayır, sadece beni görmeye gelmedin. Akıl gözünü açmak istiyorsun sen. Uzun ve zahmetli bir yoldan geldin fakat yolculuğun henüz başladı. Şehirler, kasabalar, köyler göreceksin. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler taniyacaksin. Zamanla akıl gözün açılacak. Ancak bu yolda sabırlı olman gerekecek. Hadi şimdi git çocuk...

Otobüsün sert bir hendeğe çarpmasıyla gözlerim aralandi ve az sonra muavin inmem gerektiğini söyledi. Gördüğüm düşün sersemligi üzerimde, çantamı alıp inmek üzere ön kapıdan adımımı atacakken, farkediyorum ki etrafta in-cin top oynuyor. Şehrin oldukça dışındayız. Ve daha da enteresan olanı, aşağıdaki dört rickshaw şoförü. Adamların hepsi ellerini kapıdan içeri uzatıp adeta beni zorla çekip çıkartma niyetindeler. Av ile avcının karşı karşıya geldiği o nefes kesici sahnelerden biri yaşanıyor. Ama kolay av olmaya hiç niyetim yok. Sonunda sabirsizlanan avcilardan biri, bir adım daha ileri giderek sol ayak bileğimden kavrayıp kuvvetlice çekiyor beni. Kolay lokma olmaya niyetim yok demiştim ya, adamın koluna var gücümle tekmeyi patlatiyorum ve kendimi otobüsün içine atıyorum...

"DÜNYA KÜÇÜK BİR KÖY VE...."

O an, Hindistan'da taniyip en değer verdiğim insanlardan biri olan Rajput'la tanışıyorum. Vasudhaiva Kutumbakam inancına bağlı kendisi. Yani "dünya büyük bir ailedir ve aile fertleri birbirini koruyup kollar" felsefesi ile yaşıyor...Rajput, kolumdan tutup beni yanına oturtuyor. Şoför ve rickshaw cularin ne tür bir dolap çevirdiklerini konuşuyoruz. Şaşkın turistleri şehrin epey dışında indirip çok yüksek bir fiyata şehre götürüyorlar. İnle cinin top oynadığı yerde başka seçeneği olmayan turist mecburen parayı ödüyor ve sonra da dümen sahipleri parayı bir güzel kirişiyorlar. Rajput, beni tam bir aile babası gibi kolluyor. Otobüsten inip onun aracına biniyoruz. Güzelce karnimi doyuruyor ve beni son otbüsüme bindirneden önce ekliyor: iki gün sonra bu şehirde küçük yerel bir dini festival var. Gelmek istersen seni seve seve misafir ederim. 'Tamam' deyip biniyorum otobüse ve böylece asya aslanlarina giden macera dolu yoldaki son yolculuğum başlıyor.

Daracık köy yollarında tozu dumana katarak yol alıyoruz. Motor sesi kulakları yirtsa da hızımız saatte 30/40 km'yi geçmiyor. Bir köyde mola verip çay içiyoruz. Buradaki çay, bardak yerine fincan altligiyla servis ediliyor. Bir yudumluk çay ve fiyatı 10 kuruş. Vakit olsa on tane içeceğim ama otobüs beklemiyor.

Sonunda gece yarısına doğru Gir köyüne vardik. Gece geç vakit olduğundan birçok yer kapalıydı. Az ileride benim yaşlarımda beş altı kişi görüp yanlarına gittim. Ingilizce bilmedikleri için iki elimi yanağima kavusturup yatacak yer sordum. Hotel gösterdiler ama ben onlarla kalmak istediğimi söyleyince üç lira karşılığında hep beraber kaldıklari, virane bir apartmanın üçüncü katındaki evlerine gittik. Fazla yatakları olmadığı için yerde uyudum ama şikayet de etmedim. 

Ertesi gün park için tur ayarlayıp akşam saat sekiz gibi, yine halinin üzerine tişört ve çantamı koyup uyudum. Saat dört civarı uyandım. Asya aslanlarini görme ihtimali, beni son derece heyecanlandiriyordu. Bir saat sonra parka giriş yaptık. Güneş ilk ışıklarını ufuktan gösterirken, hayvanların günü çoktan başlamıştı bile.

VE ASLANLAR...

Rengarenk tavus kuşları ve bir sürü başka kuş türü, geyikler, maymunlar , sincaplar, ceylanlar... İki saat boyunca birbirinden güzel hayvanları izledik fakat bizim asya aslanlarindan ses seda yok. Turun bitmesine yarım saat kala aracımızını şoförü 'bugün şanssisiz, aslan göremeyeceğiz, en iyisi dönelim' demesine rağmen ben dönmeyi hiç istemiyorum. Bu isteğimi dile nasıl getirsem acaba diye düşünürken şoför aniden ayağını gaz pedalindan çekip motoru kapatıyor. Solumuzda, hem de sadece 4-5 metre mesafede iki erkek asya aslanı...Kardeş olduklarına inanmak istediğim iki aslan sabahın ilk ışıklarının tadını çıkarıyorlar. Türünün en büyüğü olan kediler meraklı gözlerle bizi seyrediyorlar. Flaşlari art arda patlatiyoruz. 

Herkeste büyük bir sevinç ve heyecan hakim. Az sonra muhtemelen oyun derdinde olan iki genç yaban domuzu, caliliklarin arasından fırlayıp tam  aslanların üzerine yöneliyorlar. Az evvel sakinliklerinden dolayı kedi diye hitap ettiğim bu canlılar, bana ve orada bulunan diğer herkese, hayatta hiçbir canlıyı hafife almamamiz gerektiğini ogretircesine sicriyorlar yerlerinden. Kukremeleri adeta kulaklarımızı yirtiyor. Yaban domuzlarindan biri tam da aslanların üzerine doğru koşuyor. Tehlikenin farkıan vardığında artık çok geç oluyor ve kurtulmak için hamle yapma şansı bile bulamıyor. Aslan ürkütücü bir ceviklikle iki ayağının üzerine kalkıyor ve pençesini domuzun karnınapatlatıyor. Domuz karnından aldığı bu sert darbe ve kaburgalarının hemen altından dökülen kan damlaları ile savrulup, görüş alanımızın dışına çıkıyor. Aslanlar gibi bizim de adrenalinimiz yükseldiği için bu ani kareleyemiyoruz. 

Herşeyin göz açıp kapayıncaya kadar sona ermesinin ardından, daha büyükçe olan aslan adeta gösterilerden sonra para toplayan sokak performansçılarının bir üyesi gibi bize yöneliyor ve önümüzde küçük bir daire çizerek tur atıyor. İşte tam da o bu sırada göz gözer geliyoruz,gözlerimin içine bakıyor. Öyle bir kararlılık, keskinlik ve güçle bakıyor ki gözlerimi ondan ayiramiyorum. Nefes bile almadığım bu birkaç saniye neden buralara geldiğimi bana anımsatıyor. 

Eve dönüp kendime bir kahve pişirip balkona oturdum. Yarın Rajput'la buluşup gideceğim dini festivali düşünürken, etrafı seyre daldım. Çöpleri yiyen inekler ve Gir köyünün ovasinda otlayan mandalar. Az sonra balkonun altindan bir adam gecti. Elindeki ipe bagli fil kendinden herhalde yirmi kat büyüktü.O akşam hayatımın en güzel uykusunu uyudum...

Kısa yazımın üçüncü bölümünü de bazı seçme fotoğraflarla sonlandiriyorum. Umarım hepiniz için keyifli bir yazı olmuştur. Baykal Golü, Sibirya'dan hepinize selamlar..

Not: Bundan sonra iki ya da üç yazı daha yazarak Hindistan gezilerini sonlandirip, büyük seyahat ile ilgili yazılarıma başlamayı planlıyorum. Ayrıca kendime Egemen Geziyor isimli bir sayfa açtım ve seyahatimle ilgili yazı ve fotoğraflarımı oradan paylaşacağım. İlgilenen sevdiklerime önemle duyurulur...

Hint pazarı
Nehirde çamaşır yıkayan kadınlar
Karizmasıyla kiskandiran Gaaneyu abi!
Gösterişsiz olmasına karşın fiyat ve lezzetiyle fark yaratan Hint Restoranı(Yemek bir lira)
Farklı mimarisiyle öne çıkan Rajastan'dan bir sokak
Tren istasyonundan su ve duş ihtiyacını karşılayan halk
Dostumuzun biraz kafası karışık: nereden başlasam ki !!
Gir ormanında gün doğarken
ondan daha güzel olduğunu iddia edebilir misin??
Ve sonunda ormanın kralları sahne alıyor

20 Haziran 2015 Cumartesi

Güzel Hindistan-2


Otele varıp girişimi yaptırdıktan sonra odama çıkıp sırt çantamı açtım ve içinden bir şort, bir şişe kanyak, iki tişört ve iki ay Hindistan çıktı. Kanyağımı yudumlarken yarın ne yapacağımı düşündüm kabaca ama haritada Hindistan'in neresinde bulunduğumdan öte pek bir şey bilmiyordum. Biraz bakıp okuyup planlasa mıydım acaba diye hafif bir pişmanlık hissettim. İkinci kadehimi yudumlarken yorgunluk ağır basmaya başladı. Düşüncelerim incelip uzaklaşırken "Güzel şeyler olacaksa zaten olacaktır." diye geçirdim içimden. Zzz...

Uzun zamandan sonra ilk defa on saat uyudum. Balkona çıkıp etrafa bakındım. Göz görebildiğine uzanan palmiye ve muz ağaçları ve otelin mutfak bölümünden neşeyle yükselen hint halk müziği. Günaydın Hindistan!

Üç şeyi yapmayı çok arzu ediyordum bu seyahatte: Yerel halktan birileriyle tanışıp evlerine misafir olmak, dini bir festivale katılmak ve Gujarat eyaletindeki doğal yaşam parkına gidip asya aslanlarını görmek. Bunun haricinde başka beklentilerim de vardı elbette ama şimdi bunları bir kenara koyup bugünü değerlendirmek istiyordum.

Disari çıkıp bulunduğum sahil şeridinde bir tur attım. Turistik bir yer olduğu esnafın yapışkanlığından ve fiyatlardan gayet belliydi. Terlik 30 lira, kola 5 lira, kahve 4 lira, vs. Ve daha da dikkatimi çeken şey etrafın derli topluluğu ve temiz oluşuydu. Benim en azından belgesellerden izlediğim kadarıyla çok kirli bir yer olmalıydı Hindistan. Pisliği takip et dedim Egemen, pislik seni asıl hintlilerin yaşadığı yere götürür!

Pisliği takip ettikçe, pislikle fiyatların ters orantılı olduğunu gördüm. Kahve önce 1 liraya indi, daha sonra 60 kuruş ve en sonunda dibe vurdu: 25 kuruş! Ve kalan iki ay boyunca bunun altına indiğini de görmedim. Sahilde 10 lira olan sebzeli soslu pilavı 1,5 liraya yeyip, hala kullandığım kaliteli terliklere de 9 lira ödedikten sonra geri dönmek için camsız rengarenk halk otobüsüne binip geri döndüm ve ilk günlerim bunun tekrarı gibi devam etti. Kari (hint yemek sosu) ve hindistan cevizi soslu, bol acılı vejeteryan hint yemekleri yeyip, sütte pişmiş çay ve kahveler içtim. Etrafa ve doğaya geziler yapıp fotoğraflar çektim ve turist ve turistik yerlerden uzak durmaya gayret ettim. Buradaki gündelik yaşama alışıp basitçe günlerimi geçirmeye çalıştım ve böyle olmasından mutluydum.

Altı gün sonra Julie vardı yanıma. Bir önceki yaz Kuşadası'nda tanışmıştık ve o da Kerala da olduğu için iki haftalığına beraber seyahat etmeyi planladık. Julie daha önce 41-42 ülke  gezmişti ve yanında seyahat kitapları vardı. Üç dört gün boyunca o tapınak senin, bu cami benim, şu kilise onun diye dolaştık durduk. Bir sürü yer görmemize rağmen sevmedim ben böyle gezmeyi. İzole olup insanlarla pek tanışamıyorduk ve tanıştığımızda da hafif bir şaşkınlık ve nazik bir dışlanmışlıkla karşılaşıyorduk. Karşılaştığımız bu tavır, hint geleneklerinde evlilik dışı arkadaslıklara yer olmamasından ileri geliyordu. Bir çözüm üretmem gerekiyordu ve ben de şansımı denemekten geri duran birisi değildim. Kahvaltı için ucuz bir lokantada 'masala doza'mizi (patatesli akıtma) yeyip sütte pişmiş kahvemizi içtikten sonra Julie ve etraftaki onlarca hintlinin meraklı bakışları arasında dizlerimin üstüne eğildim ve "Hans ve Mette kızı Julie Johannsen, karım olur musun?" diye sordum. Julie şaşırdı ve kahkahayı patlattı fakat ben sorumu tekrarladım ve sonunda evet dedi.

Dört gündür arkadaş olarak binip ayrı ayrı oturduğumuz halk otobüslerine (Hindistan'da toplu taşıma araçlarında kadınlar öne, erkekler arkaya oturtulur) bu kez karı koca olarak bindik ve böylece ilk defa yan yana oturduk. Dokuz saatlik yolculuğun ardından akşam saatlerine doğru  Kannur kasabası yakınında bulunan doğal yaşam parkını ziyaret etmek üzere bir ilçeye vardık. Geceligi 16 liraya bir otel bulup yerleştikten sonra otelin alt kısmındaki bara (Hindistan'daki barlar sadece erkeklerin gittiği pavyon-müzikhol benzeri olur) girip kendime ve Julie'ya bir bira aldım ve barın dış kısmına oturduk. İkinci biraları söylediğimde etrafımızda on-on iki civarı hintli toplanmıştı ve telefonlarından hint müzikleri çalıp biraz garip davranıyorlardi. Julie tek karşı cins olmaktan ötürü rahatsız oldu bu ortamdan. Ben gayet rahattım desem o da yalan olurdu ama sonuçta iki seçenek vardı önümde: ya Julie'yle birlikte orayı terk edip odaya çıkacaktım ya da bu insanların sadece bizimle sosyallesmek istediklerini, İngillizce bilmedikleri için isteği bu şekilde dışa vurduklarını kanıtlayacaktım. (bundan ben de emin değildim tabi) . Hemen ayağa kalkip katiliverdim dans eden hintlilere. Dakikalar ilerlerken etrafımızdaki insan sayısı da artti. On beş dakika kadar sonra da bar sahibi dahil herkes dışarıda dans ediyordu. Yarım saatlik eğlenceli bir partinin ardından kapanışı çiftetelliyle yaptık.

Odamıza doğru çekilirken, belli ki balkondan bizi ve bu turistik olmayan yerde hintlilerle olan ilişkimizi seyretmiş olan otuz ila kırk yaslarındaki üç adamla tanıştık. Onların da ertesi gün Kannur taraflarına gideceklerini ve bizi de götürmek istediklerini anladık ama onlar sabah yedide gideceklerdi, bizse öğleden sonra ikiye kadar doğal yaşam parkındaki turda olacaktık. Adamlar çat pat İngilizce konuştuğu için neyi karara bağlayıp bağlamadığımızı doğrusu pek anlamadım. Herhalde hiçbir şeyi bağlamamıştık. Odaya geçtik, ışığı kapattık, Julie bana sarıldı ve "Harika birgün için teşekkür ederim, kocacığım." dedi. Zzz

Ertesi gün geyikleri, maymunları, rengarenk tavuskuslarini ve filleri gördüğümüz güzel bir doğa turunun ardından bitiş noktasına vardigimizda akşamki üç dostumuzu bizi beklerken gördüğümüzde biraz şaşırdık. Belli ki turun nerede bittiğini öğrenmiş ve yedi saat bizi beklemislerdi. Arabaya bindik ve bizi kendilerine gönüllü rehber olarak adamış bu üç arkadaşla dört saatlik keyifli bir yolculuğun ardından köylerine vardık. Sythou 'benim misafirimsiniz, hiç bir yere bırakmam' dediğinde bizim de aksi için itiraz edecek bir halimiz yoktu zaten. Sythou ve ailesiyle geçirdiğimiz üç günü detaylı olarak tasvir etmeyi çok arzu ederdim ancak bazı arkadaşların sıkıcı bulacagindan çekindiğim için kısaca anlatma durumundayım.

Bu küçük köye varisimiz Holywood yıldızlarını kıskandıracak türdendi. Neredeyse köyün yarısı toplanmış ve turistin uğramadığı köylerine gelmiş bu iki yabancıya şaşkınlıkla bakıyorlardı. Çocuklar bizi yarıya kadar açık agizlariyla izliyor, kadınlar ağızlarını elleriyle kapatarak burada ne yaptığımızı tartışıyorlardı, sanki ağızlarını kapatasalar yerel dillerinde ne konuştuklarını anlayacakmisiz gibi. Hep beraber yemekler yeyip çaylar içtik. Müzikler çaldı, oyunlar oynadik. Üç gün boyunca bu küçük köyde bir hintli gibi yaşadık. Sabahları altıda uyanıp beraber kahvaltı edip pirinç tarlalarını ve kaju bahçelerini ziyaret ettik. Komşulara ugrayip kahve içip yerel tatlilarinin tadına baktık ve akşamları saat dokuzda uyumaya gittik. Sythou ve eşi kendi yatakodalarina koydular bizi. Misafirperverlik ve sevgi bunu gerektirirdi. Evin yerleri ve kalan heryeri tertemizdi ancak tavan örümcek ve örümcek aglariyla kaplıydı. Bu durum Julie' yi rahatsız ederken beniyse aksine mutlu etti. Tavan bu hayvanların yaşam yeriydi ve bu aile de saygı gösteriyordu onlara. Neyini sevmezdi ki insan bu ailenin? Orumceklere tavanlarini vermişlerdi, bize de kendi yatak odalarini...

Sythou'nun abisi bizi otogara kadar geçirdi. Demir iskeletten ibaret cami penceresi olmayan otobusume binip başımı disari çıkardım ve  Goethe'yi düşündüm. "İnsan kendini yalnızca insanda tanır" diyordu büyük üstad. Bu insanlar kadar iyi olup olmadığımı sordum kendime. Neden kendi evimin tavanındaki orumcekleri öldürdüğümü sorguladim sonra da...

Hayallerime doğru çıktığım yolda devam ediyordum yolculuğuma. Neler yaşayacağımi, başıma iyi yahut kötü neler geleceğini bilmiyordum ama mutlu ve huzurlu hissediyordum ve önemli olan da bu değil miydi? Aldığım her adımda belki evimden bir adım daha uzaklaşırken,kendime bir adım daha yaklasiyordum. Büyüyüp olgunlasiyordum sanki ve böyle olması iyi hissettiriyordu..

Julie'yle uydurdugumuz masum karı-koca yalanimiz, harika bir deneyim yasamamiza yol açmıştı ve parayla değer bicilemezdi bunlara... Yüzüme çarpan sıcak rüzgar burnuma yanık çöp kokularını getirdi ilkin. Az sonra hayvan gübresi, baharat kokuları, denizden esen meltem ve muz aromaları birbirine karıştı. Ve ben hepsini içime çektim. Buram buram Hindistan kokuyordu rüzgar ve ben bu rüzgarı çok sevmiştim...

Yazımın ikinci bölümünü ilk yazımda olduğu gibi yine seçme fotoğraflarla sonlandiriyorum. Umarım ilkini begenmissinizdir ve bunu da beğenirsiniz.

Dipnot: Gezilerimle ilgili yazılarımı yazarken tipik bir seyahat bloğu olmamasına önem veriyorum. Şurada şu tapınak var, bu kiliseye buradan gidilir,o hotel ucuz ve temiz gibi pratik bilgilerden ziyade kendi içsel yolculuğum, tecrübelerim, ruh halim ve kişisel gelişimimi aktarmaya özen gösteriyorum ve bu baglamda benim gözlerimle görmenizi, benim duyularimla hissetmenizi sağlamayı arzu ediyorum . Yazılarımı bunu bilip de okursanız daha iyi keyif alacaginiza inanıyorum. Ayrıca pratik bilgi edinmek isterseniz lütfen bana sormaktan çekinmeyin, seve seve cevaplarım. Teşekkürler.


Sabah beş buçuk. Tavuskusu boynuyla narince yükselen günü selamlıyor.

Maymun dostum ne gördü acaba ben de merak ediyorum.

Sythou ve Daneesh

Sythou'nun seksen sekizlik annesi.

Suthou'nun annesi , eşi ve güzeller güzeli kızı.


Küçük dostumuz, pirinç tarlaları ve hindistan cevizi ormanı.

Köylü arkadaslarimiz.

Bisikletleri hep sevmisimdir.

Otobüs durağı.

Bu kamyonla dünyayı dolaşmak istemez miydin?

Yaygın hint yemeği tali.

Tali.

Misafirlikteyiz.


Şok fiyat. Muz elli kuruş.

Kaju dükkanı.

Merkeplerle inşaat temizliği.

Bu lokantada yemesek de olur.

Hindistan cevizi dükkanı.

Hanımlara duyurulur. Mahallenize overlokcu geldi.

Baba mesleği bisiklet taşımacılığı.




Hint sarma sigarası biidi. Otuzlu pakedi altmış kuruş.

Son olarak da ben ve çok değerli gunluklerim.