3 Temmuz 2015 Cuma

Güzel Hindistan-3

Julie'yle yaptigimiz iki haftalık yolculuk son buldu. Onu havaalanı için trenine bindirdikten sonra kendim de Gujarat eyaletindeki Giri Doğal Yaşam Parkı'ndaki asya aslanlarini görmek üzere otobüsüme bindim.Diğerlerinden çok farklı olarak bu otobüs, sürgülü camları ve de büyük televizyonu ile halk otobüslerine göre biraz daha lükstü. 

Dört aktarmalı, otuz saatten uzun sürecek olan ve hiç de gözümde büyümeyen her anından zevk almak istediğimbir yolculuk vardı. Hava kararmaya yakın -saat yedi civarı- bir Bollywood  filmi açtı muavin. Film kendi yerel dilleri olan Hindu dilinde olmasına rağmen muthis keyifliydi.  Konusu çok evrenseldi çünkü: Aşk..

Kırmızı tonlarda cıvıl cıvıl saree'sini (renkli, çokça işleme ve süslemeli Hint kadın giysisi) giymiş şehirli güzeli genç kızla, oldukça yakışıklı, karşılaştığı birçok kızın kalbini çalabilecek köylü oğlanın yolları pazar yerinde kesişiyor ve ilk görüşte birbirilerine tutuluyorlar. Genç kız hemen salivermiyor kendini ve haliyle biraz peşinden koşturuyor oğlanı. Ama oğlanin gözü pek! 

Ne yapip ne edip çalıyor kızın gönlünü ve bundan sonrası ben dahil tüm yolcular için bir duygu seli halini alıveriyor.Genç aşıklar gözden ırak parklarda, deniz boylarında buluşuyor, kır gezilerine çıkıp çiçekler topluyor, el le tutuşup aşklarının keyfini çıkarıyorlar.

BOOLYWOOD DANSSIZ OLUR MU HİÇ?

Otobüsteki herkesin yüzünde çocuksu bir sevinç var. Hatta yan koltukta oturan, saçlarını hindistan cevizi yağıyla besleyip taramış ve kulak etrafını renkli çiçeklerle süslemiş kırklı yaşlardaki iki kadının sevinçten gözlerinin yaşardığını görüyorum. Çıt çıkmadan bütün otobüs izledigimiz filmde kaçınılmaz sahne geliyor az sonra: Zengin kızın babası sonunda işi çakıyor ve akrabalarını toplayıp gençleri parkta yakalıyorlar. Kızı belinden oğlanı da kollarından yakalayıp birbirilerinden ayiriyorlar. Genç aşıklar feryatlar yakıp yitip giden aşklarına ağlarken biz de otobüsce eşlik ediyoruz onlara. Özellikle kadınlar hüngür hüngür agliyorlar. Birbirimize üzgün yuzlerle bakıp zavallı aşıkların acısını paylasiyoruz. 

Film devam ediyor bu arada. Yemeksiz susuz geçen günlerin ardından aşkın gücü yine zaferini ilan ediyor. Söz sahibi olan babalar evlilik için anlaşıyorlar. En neşeli müzikler çalıyor. Müzikal tadında devam eden filmde o hepimizin bildiği klasik Bolywood sahnelerine sıra geliyor ve bütün oyuncular birleşip şarkılar söyleyip danslar ediyorlar. On dakika önce üzüntüden ağlayan otobüs sakinleri bu kez sevinçten ağlamaya başlıyorlar. Film mutlu sonla bittiğine göre artık herkes uyumaya hazır. Televizyon kapatılıp ışıklar sonduruluyor ve saat dokuzu on geçerken yediden yetmişe herkes ince ince horlamaya başlıyor...

Bu otobüs yolculuğu ve iki saatlik Bollywood filminin benim için apayrı bir yeri oluyor. Kendimi onlardan izole etmemek adına müzik çalarımı, kitabımı veya fotoğraf makinamı çıkarmiyorum. Bunun yerine oturup iki saat boyunca gözümü televizyondan ayirmayip anlamadığım dilde bir film izleyip onlarla olmaktan keyif aldığımı göstermeye gayret ediyorum ki keyif de alıyorum.

YEMEZLER KOÇUUUMM!!!

Sabaha karşı beşte otobüs değiştirmem gerekiyor. Aşağı indiğim gibi bir rickshaw (arkası kabinli motosiklet) şoförü Anand'a giden otobüsün kaçtığını fakat beni yetistirebileceğini söylüyor. Hindistan'da üç kağıt çok yaygın olduğundan adama pek güvenmesem de doğru olma ihtimaline karşı atlıyorum arkasına. Şafak henüz sokmemis göz gözü görmüyor. Şoför meşhur Taksifilmini izleyip hayranlık duymuş olsa gerek ki, önce ana yolda ardindan da dar sokaklarda sürat ve keskin dönüşlerle yol alıyor. Az sonra hız kesip otobüse yetisemediğimizi fakat beni başka bir durağa götürüp erken bir otobüse yetistireceğini söylüyor ve beni ilk vardığım durağın başka bir ucuna bırakıp dört yüz rupi istiyor. Ben de 'Yemezler bu ayakları koçum, biz hint cocuğuyuz artik!' deyip şoförü başımdan savıyorum. Adam bu kez baltayı taşa çarptığını hemen anlıyor...

Sonra doğru otobüsü bulup şoföre beni Botand köyünde indirmesini tembih ediyorum ve yerime oturuyorum. Klima, ekran, koltuk arkası sehpa gibi lüks ihtiyaclardan yoksun otobüsümüzün tek albenisi rengarenk olması. Diğer bir albenisi de gerçekten ucuz olması. Sekiz on saatlik yolculukları aşağı yukarı on liraya yapabiliyorsunuz ve daha da önemlisi alt tabakanın güzel insanlarıyla kaynasabiliyorsunuz. Otobüs hareket ettikten az sonra poşetler açılıyor ve herkes neyi varsa birbirine ikram ediyor. Yolculuklarda pasta börek tarzi yiyeceklerden ziyade, ucuz, pratik ve doyurucu olduğu için genelde kurutulmuş meyveleri tercih ediyorlarBen de kuru muz ve papayayla karnımı güzelce doyuruyorum. Kahvaltı faslı bittikten sonra yanimdaki yaşlı amca başını omzuma yaslayip bir guzel uyuyor ve ben de aynını yapıyorum....

Büyükçe olan aslan dosdoğru gözlerimin içine bakıyor ve konuşuyor:


-Senin köyün buralardan çok uzakta çocuk. Ne ariyorsun burada?
-Seni görmeye geldim.

-Hayır, sadece beni görmeye gelmedin. Akıl gözünü açmak istiyorsun sen. Uzun ve zahmetli bir yoldan geldin fakat yolculuğun henüz başladı. Şehirler, kasabalar, köyler göreceksin. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler taniyacaksin. Zamanla akıl gözün açılacak. Ancak bu yolda sabırlı olman gerekecek. Hadi şimdi git çocuk...

Otobüsün sert bir hendeğe çarpmasıyla gözlerim aralandi ve az sonra muavin inmem gerektiğini söyledi. Gördüğüm düşün sersemligi üzerimde, çantamı alıp inmek üzere ön kapıdan adımımı atacakken, farkediyorum ki etrafta in-cin top oynuyor. Şehrin oldukça dışındayız. Ve daha da enteresan olanı, aşağıdaki dört rickshaw şoförü. Adamların hepsi ellerini kapıdan içeri uzatıp adeta beni zorla çekip çıkartma niyetindeler. Av ile avcının karşı karşıya geldiği o nefes kesici sahnelerden biri yaşanıyor. Ama kolay av olmaya hiç niyetim yok. Sonunda sabirsizlanan avcilardan biri, bir adım daha ileri giderek sol ayak bileğimden kavrayıp kuvvetlice çekiyor beni. Kolay lokma olmaya niyetim yok demiştim ya, adamın koluna var gücümle tekmeyi patlatiyorum ve kendimi otobüsün içine atıyorum...

"DÜNYA KÜÇÜK BİR KÖY VE...."

O an, Hindistan'da taniyip en değer verdiğim insanlardan biri olan Rajput'la tanışıyorum. Vasudhaiva Kutumbakam inancına bağlı kendisi. Yani "dünya büyük bir ailedir ve aile fertleri birbirini koruyup kollar" felsefesi ile yaşıyor...Rajput, kolumdan tutup beni yanına oturtuyor. Şoför ve rickshaw cularin ne tür bir dolap çevirdiklerini konuşuyoruz. Şaşkın turistleri şehrin epey dışında indirip çok yüksek bir fiyata şehre götürüyorlar. İnle cinin top oynadığı yerde başka seçeneği olmayan turist mecburen parayı ödüyor ve sonra da dümen sahipleri parayı bir güzel kirişiyorlar. Rajput, beni tam bir aile babası gibi kolluyor. Otobüsten inip onun aracına biniyoruz. Güzelce karnimi doyuruyor ve beni son otbüsüme bindirneden önce ekliyor: iki gün sonra bu şehirde küçük yerel bir dini festival var. Gelmek istersen seni seve seve misafir ederim. 'Tamam' deyip biniyorum otobüse ve böylece asya aslanlarina giden macera dolu yoldaki son yolculuğum başlıyor.

Daracık köy yollarında tozu dumana katarak yol alıyoruz. Motor sesi kulakları yirtsa da hızımız saatte 30/40 km'yi geçmiyor. Bir köyde mola verip çay içiyoruz. Buradaki çay, bardak yerine fincan altligiyla servis ediliyor. Bir yudumluk çay ve fiyatı 10 kuruş. Vakit olsa on tane içeceğim ama otobüs beklemiyor.

Sonunda gece yarısına doğru Gir köyüne vardik. Gece geç vakit olduğundan birçok yer kapalıydı. Az ileride benim yaşlarımda beş altı kişi görüp yanlarına gittim. Ingilizce bilmedikleri için iki elimi yanağima kavusturup yatacak yer sordum. Hotel gösterdiler ama ben onlarla kalmak istediğimi söyleyince üç lira karşılığında hep beraber kaldıklari, virane bir apartmanın üçüncü katındaki evlerine gittik. Fazla yatakları olmadığı için yerde uyudum ama şikayet de etmedim. 

Ertesi gün park için tur ayarlayıp akşam saat sekiz gibi, yine halinin üzerine tişört ve çantamı koyup uyudum. Saat dört civarı uyandım. Asya aslanlarini görme ihtimali, beni son derece heyecanlandiriyordu. Bir saat sonra parka giriş yaptık. Güneş ilk ışıklarını ufuktan gösterirken, hayvanların günü çoktan başlamıştı bile.

VE ASLANLAR...

Rengarenk tavus kuşları ve bir sürü başka kuş türü, geyikler, maymunlar , sincaplar, ceylanlar... İki saat boyunca birbirinden güzel hayvanları izledik fakat bizim asya aslanlarindan ses seda yok. Turun bitmesine yarım saat kala aracımızını şoförü 'bugün şanssisiz, aslan göremeyeceğiz, en iyisi dönelim' demesine rağmen ben dönmeyi hiç istemiyorum. Bu isteğimi dile nasıl getirsem acaba diye düşünürken şoför aniden ayağını gaz pedalindan çekip motoru kapatıyor. Solumuzda, hem de sadece 4-5 metre mesafede iki erkek asya aslanı...Kardeş olduklarına inanmak istediğim iki aslan sabahın ilk ışıklarının tadını çıkarıyorlar. Türünün en büyüğü olan kediler meraklı gözlerle bizi seyrediyorlar. Flaşlari art arda patlatiyoruz. 

Herkeste büyük bir sevinç ve heyecan hakim. Az sonra muhtemelen oyun derdinde olan iki genç yaban domuzu, caliliklarin arasından fırlayıp tam  aslanların üzerine yöneliyorlar. Az evvel sakinliklerinden dolayı kedi diye hitap ettiğim bu canlılar, bana ve orada bulunan diğer herkese, hayatta hiçbir canlıyı hafife almamamiz gerektiğini ogretircesine sicriyorlar yerlerinden. Kukremeleri adeta kulaklarımızı yirtiyor. Yaban domuzlarindan biri tam da aslanların üzerine doğru koşuyor. Tehlikenin farkıan vardığında artık çok geç oluyor ve kurtulmak için hamle yapma şansı bile bulamıyor. Aslan ürkütücü bir ceviklikle iki ayağının üzerine kalkıyor ve pençesini domuzun karnınapatlatıyor. Domuz karnından aldığı bu sert darbe ve kaburgalarının hemen altından dökülen kan damlaları ile savrulup, görüş alanımızın dışına çıkıyor. Aslanlar gibi bizim de adrenalinimiz yükseldiği için bu ani kareleyemiyoruz. 

Herşeyin göz açıp kapayıncaya kadar sona ermesinin ardından, daha büyükçe olan aslan adeta gösterilerden sonra para toplayan sokak performansçılarının bir üyesi gibi bize yöneliyor ve önümüzde küçük bir daire çizerek tur atıyor. İşte tam da o bu sırada göz gözer geliyoruz,gözlerimin içine bakıyor. Öyle bir kararlılık, keskinlik ve güçle bakıyor ki gözlerimi ondan ayiramiyorum. Nefes bile almadığım bu birkaç saniye neden buralara geldiğimi bana anımsatıyor. 

Eve dönüp kendime bir kahve pişirip balkona oturdum. Yarın Rajput'la buluşup gideceğim dini festivali düşünürken, etrafı seyre daldım. Çöpleri yiyen inekler ve Gir köyünün ovasinda otlayan mandalar. Az sonra balkonun altindan bir adam gecti. Elindeki ipe bagli fil kendinden herhalde yirmi kat büyüktü.O akşam hayatımın en güzel uykusunu uyudum...

Kısa yazımın üçüncü bölümünü de bazı seçme fotoğraflarla sonlandiriyorum. Umarım hepiniz için keyifli bir yazı olmuştur. Baykal Golü, Sibirya'dan hepinize selamlar..

Not: Bundan sonra iki ya da üç yazı daha yazarak Hindistan gezilerini sonlandirip, büyük seyahat ile ilgili yazılarıma başlamayı planlıyorum. Ayrıca kendime Egemen Geziyor isimli bir sayfa açtım ve seyahatimle ilgili yazı ve fotoğraflarımı oradan paylaşacağım. İlgilenen sevdiklerime önemle duyurulur...

Hint pazarı
Nehirde çamaşır yıkayan kadınlar
Karizmasıyla kiskandiran Gaaneyu abi!
Gösterişsiz olmasına karşın fiyat ve lezzetiyle fark yaratan Hint Restoranı(Yemek bir lira)
Farklı mimarisiyle öne çıkan Rajastan'dan bir sokak
Tren istasyonundan su ve duş ihtiyacını karşılayan halk
Dostumuzun biraz kafası karışık: nereden başlasam ki !!
Gir ormanında gün doğarken
ondan daha güzel olduğunu iddia edebilir misin??
Ve sonunda ormanın kralları sahne alıyor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder